okumuş kadın.
Kapıyı kilitledim. Zaten kırık olan camla kapı arasına battaniyeyi sıkıştırdım. Arkasına komodini dayadım. Nefesimin düzene girmesini bekledim. “Güvendesin.” dedim kendi kendime. “Güvendesin.”
Bu bir şiddet öyküsü. Tetikleyici ama gerçek. Arkanızı döndüğünüzde unutacağınız kadar gerçek ve Anıt Sayaç’taki isimler kadar uçucu.
Ve ben hâlâ buradayım. Bir yere gitmedim.
İsterseniz adına yalnızlık korkusu deyin, isterseniz korkaklık.
Basiretim bağlandı.
Bu noktaya nasıl geldiğimi hatırlamaya çalışıyorum.
Kendimi korumak için çok bağırmaya başladım belki, ondandır.
Ama zaten ilk değil.
Eskiden şiddet gören kadınların ilişkilerinde ısrarla kalmalarını yargılardım.
İçten içe, bunu en hafif tabirle “kabul ettiklerine” inanırdım.
Ne büyük aptallık.
Bunları düşünürken aklımda bir deyim yankılanıyor:
“İnsan yargıladığını yaşamadan ölmezmiş.”
Her deyim, acaba böyle böyle mi gerçekliğini kanıtlıyor?
Büyük bir aşkla girmemiştim bu ilişkiye.
Hatta kocaman bir takıntı demek daha doğru olur.
Hayatım çok güzeldi — şaka değil.
Birebir uyuştuğum bir ev arkadaşım, köpeğim, kör bir kedim ve evim vardı.
Çalışıyordum, kendi paramı kazanıyordum.
Henüz yurtdışından kendi evime döneli üç ay bile olmamıştı.
Bela arıyordum belki de.
Benden kaçtıkça, onu kendime ait kılmak hayattaki tek amacım haline geldi.
Tüm bunlar kulağa o kadar eski geliyor ki…
Ve ne garip; onu kovalarken, aslında onun benim için doğru bir insan olmadığını hep biliyordum.
Dört-beş kadınla yattı kalktı; belki bir eksik, belki üç fazla.
Bazılarını aradı, ben yanındayken bile.
Sonra başına “hayat” geldi.
Kıymetimi anladı.
Kimse ona kucak açmadı, elbette ben yine oradaydım.
Sonunda bana çekiliyordu işte. Sonunda.
Bir yıllık “emeklerim” karşılığını vermişti.
Yavaş yavaş eşyalar geldi.
Hatta bir ara yurt dışına gitmek için tüm evi topladık.
Kendimden en çok koptuğum zamanlar tam da o zamanlardı.
On üç yıllık kör kedim bu dönemin tek kurbanı oldu.
Onu bir daha bulamadım.
Oralarda bir yerde, bir kavgada beni itti.
Özür diledi.
İki gün geçmedi, sırtımda morluklar.
Özür diledi.
Üç hafta geçmedi, öfke nöbetleri.
Yine özür diledi.
Özür dediysem, yarım yamalak…
İçten içe beni suçlayan, eksik özürlerdi bunlar.
“Çok konuşuyorsun.” dedi.
“Çok huysuzsun.” dedi.
Kendini akladı.
Hepsini biliyorum ben.
Ben hepsini biliyorum — sonuçta okumuş bir kadınım.
Instagram’ıma baksanız, benden çok kadınları savunan kimseyi bulamazsınız.
Ama kaşımdaki izler bunun tersini söylüyor.
Bu evi ben kurdum, ben korudum.
Emeğimle, korkularımla, yalnızlığımla tuttum bu evi.
Şimdi burada, nefesimin yavaşlamasını bekliyorum.
Ve biliyorum...
Onu yine affedeceğim.
Yorumlar
Yorum Gönder